15 Temmuz 2018 Pazar

Bırak Yağsın



Biliyorsun değil mi? Sana ne kadar güzel güldüğünün bir önemi yok.
Ya da ellerine belli etmeden dokunmasının faydası imkansız...
Mevzu kimin olmakla ilgili de değil, kiminle olmakla da...
Asıl mesele sadece ve sadece kimin daha çok kalp çarpıntısı yaşadığıyla ilgili.

Bırak, bırak yağmur yağsın bakalım hele bir.
Silinsin üstümüzden başımızdan ertelediğimiz çilelerimiz.
Bırak, bırak yağsın gülüşünde hapsolduğumuz mutluluk kırıntılarımız.
Bak o zaman gör, umut gölge gibi ayaklarımızın altında değil gözlerimizin önündedir.

Yağsın ve unutmasın bu yağmur.
Kirpiklerime okyanuslar dolusu su gelse dahi kapamam gözlerimi.
Kalp çarpıntımı hayallerim kırdı diye umutsuzluk uğramaz bana.
Bilirim, bu yağmur da geçecek ve Güneş yine en derinlerime işleyecek.

Unutma bu sözlerimi, bir daha söylemek için geç olabilir.
Kalp kimi görünce yaşadığını hissediyorsa orasıdır evi.
Kim sahtelikten çıkıp gerçek gibi hissettiriyorsa oradasındır.
Hilal başka gökyüzünde dans etse de o dansta cennete kavuşmak senindir her zaman.

8 Mayıs 2018 Salı

Hoyrat

The Death of Socrates, Jacques-Louis David (1787)


Havanın aydınlanmasına birkaç saat kalmış, kafamın içinde Schindler'in listesi gibi dramatik hayaller sıralı. Favorilerimden sakallarıma akan ve en sonunda damlayarak kuruyan su taneleri, rüzgar suratıma ilk estiğinde kendini hatırlatan baş ağrısı... Su birikintilerine basmamaya çalışarak, ama bassa da pek umursamayarak yürünen yollar... Rüzgar, daha fazla rüzgar...

Giydiğin rugan ayakkabının sabahın karanlığında yürürken çıkarttığı o tok ses, kafanda dünden kalan ve bir türlü susmak bilmeyen o şarkı... Uyuyup uyanmak, farklı yerlerde uyuyup gördüğü rüyayı unutmak. Daha fazla acı ve iç karartısından başka bir şey değil.

Evet miniğim, benden bu kadar.
Bedenimin ruhumun dinginliğini daha fazla kaldırabileceğini sanmıyorum.
Kendimi bu bedende sıkışıp kalmış hoyrat bir tay gibi hissediyorum.
Biliyorum, henüz hayatın bana verebileceği her şeyi almadım evet.
Ancak hayata verebileceğim daha fazla neyim kaldı ki?

Şimdi gözlerini sımsıkı kapatıp tekrar açtığında yumruklarını sıkmanın mı vaktidir.
Yoksa toprak olup hayatı yüz üstü bırakmanın mı?

Adının anlamını bilen hoyrat, kızgın, yorgun ve insanın canını sıkan bir adamım ben.
Vakit gülenleri daha çok sevindirmenin değil, yumruğu sıkıp hayattan alman gerekenleri söküp alma vaktidir.
Bu yüzdendir içim ağlarken gözlerine bakıp gülüşüm, Güneş gibi sönüşüm ve ölümün kıyısından dönüşüm...

Unutma asla unutma, derinlerde daha derinlerde en derinlerde...
Maskenin de ardında, ulaşılmaz görünen yerdesin İla...



26 Mayıs 2017 Cuma

Merhamet







Uyuduğum o beşikte etrafımda olup bitenden habersiz ne güzel rüyalar görmüşümdür ben.
Ne çıngıraklı yılanın sesi, ne yaralı ceylanın hıçkırıkları, ne günahsız kunduzun feryatlarını duymamışım.
Seçemedim ben doğduğum çınar ağacını.

Doğduğunda ağlayarak başladığım hayatı ağlamamaya yemin ederek yaşamak nedir bilmezsin sen.
Yediğin her bir kırbaç darbesinde hissizleşirsin, erimeye başlarsın o an.
Çürüyen vücudundaki gözenekler değil kalbindeki odalardır.

Uyandığın her günde celladına musallat olmayı bekleyen bir çılgın gibi başlarsın güne.
Her yeni günde geçmişinden gelen yaralar kendini sana hatırlatır.
Her yeni günde kim olduğunu, ne olduğunu ve ne olacağını bilerek yaşarsın.
Yeminler edip sözler verirsin kendi kendine, kralların Valhalla'ya çıkışı gibidir o an.
Beethoven'ın 10. senfonisinden daha hırslıdır o an, daha çok yaşarsın bu sözleri verdiğinde.
Mağlup edilecek çok insan, kaybedilecek çok savaş vardır önünde.
Kaybederken kazanmanın ne demek olduğunu her acıya göğüs gerdiğinde anlarsın.

Gözyaşların sel olmasına gerek yoktur artık, bir damlasıyla bile Dünyalar kadar acıyı akıtırsın içinden.
Çürürsün, erirsin, yitirirsin her gece kimliğini...
Çareler acıya teselli değil yeni bir acını habercisi olur daima.
Karanlıkta aydınlık olmanın bedelini yaşamadan bilmen mümkün değil.
Kenarları yapraklarla dolu o ağaçlık yolda yürümeyeceksin her zaman.
Dökülen saçlarım ve kırılan dişlerim var benim.

Doğru söyle, sen hiç acı çekmekten korkmaz oldun mu?
Kaybedebileceğin hiçbir şeyin olmamasının hazzını bilebilir misin?
Nereden bileceksin sen hiç hiç olmadın ki...

Ben kanatları olmayan bir kuş, süzülüyorum göklerde.
Ben yüzgeçleri olmayan bir balık, okyanusların en dibinde.
Ben kalbi taş duvarlarla çevrili bir adam, gülümsediğime bakma hala nefes nefeseyim en derinlerde...

Ne bir sokak lambam, ne mavi boyunlu kadınım, ne o çok sevdiğim siyah trombon...
On beş yıl olmuş sesini duymayalı, duyduğumda seni mağlup ettim ben bu gece.
Ağladığıma bakma sebebi celladıma aşık olmam değil.
Sebebi merhamettir kuşkusuz, beni ben yapan en asil duygu...

Silik, bitik, yıkık, ezik, bir çare, sıfır hatta hiçsin.
Ama yine de damarlarımdaki kanı bana verensin.
Merhametim sana değil yaratana vereceğim hesaptandır.
O çocuk büyüdü, verilecek hesabın bana değil Ona'dır...

15 Ocak 2017 Pazar

Siyah Sana Yakışıyor




Karanlığın rengi diye benimsedim yıllar boyunca,
Sonra birden karşımda seni buldum.
Apaydınlık siyahlarında boğdun beni,
Söz geçiremedim bu zifiriliğe, yitirildim.

Kadehimdeki bir buz tanesi gibi sevdim seni.
Öleceğimi bile bile eridim sana.
Nasıl da yakışırdı oysa sana,
Naftalin kokulu elbiselerin şimdi kimin dolabında.

Bilmezsin belki ama bu yolun sonu başa dönüyor.
Kaçtığım ne kadar karanlık varsa sende aydınlanıyor.
Karanlık aydınlıklarına zincirliyorsun beni.
Ellerim titriyor, göz bebeklerim ağlıyor.

Siyahın ruhumu öldürüyor her şafakta.
Çektirdiğin acının kırıntıları dudaklarımın ucunda.
Farkında değilsin belki ama,
Siyah sana çok yakışıyor  o uçurumun kenarında.



11 Eylül 2016 Pazar

Çürüme



...
"Bir kağıdım, bir kalemim ve üzeri çizilecek bir kaç ismim var"
...


Bir koku duyuyorum uzun zamandır odamda. Anlam veremediğim, beni rahatsız eden ancak sabırla sebebinin kendiliğinden ortaya çıkmasını beklediğim bir koku var.

İçimden bağıran bir ben var Dünya'ya...

Bir ses duyuyorum uzun zamandır rüyalarımda. Kendine çağıran ama kötülük ve iyiliğin sevişmesinden peydahlanan bir ses bu...

Sabrediyorum, hatalar silsilesi içinde kaybolmuş rolü yapıyorum...

Bir tat alıyorum ben bu hayattan. İçinde biraz sevginin acılığı, güvenmişliğin pişmanlığı ve kaybederken kazanmanın verdiği hazzı tat alıyorum bu yemekten, ben.

Keşke diyorum, keşke insanların suratlarına bakarken kendi aynam gibi düşünmeseydim diyorum.
Keşke diyorum, kendim gibi bilmekle hata yaptığım insanlara ne kaybettiklerini anlatabilseydim.

Bir çizik atıyorum ben bu gece hislerime...
Bir çizik atıyorum gülüşüme, sessizliğime bir çizik atıyorum...

Bir kağıt kopartıyorum ben defterimden, isimleri bir bir özenle yazıyorum bu gece...
Günümde ve geçmişimde benliğimi hiçe sayan kim varsa yazıyorum bu gece...

Çiziyorum sizi birer birer, bir çizik atıyorum isimlerinizin üzerlerine.
Gecenin en karanlık anının şafak vakti olduğunu bildiğim gibi, affetmeyeceğim bu çizikleri sana söz çocuk.

Şimdi bir gülüş bahşedeceğim sana, güzel bir şarkı mırıldanacağım, lezzetli bir şeker vereceğim ve karşına geçip üzerinin nasıl çizildiğini izleyeceğim...

Keşkeler için artık çok geç, artık çok geç, artık çok geç....





8 Ağustos 2016 Pazartesi

Siyah Trombon





Rehavet, ukalalık, utanmışlık ve zehir...
Hayatın çorba olmasına neden olan ama bir türlü o çorbadan bir yudum dahi alamadığımız klişeler bunlar.
Dostum biliyor musun? Hayatında her ne yapıyorsan mutlu değilsen yaşamıyorsun demektir.
Sence sadece nefes aldığım için ya da kalp atışlarım olduğu için yaşıyor muyum?
Ben nefes alan bir ölü müyüm yoksa ölmekte olan bir kalp çarpıntısı mıyım?

İçimdeki rehavet duygusunu köreltebildiğim her gün biraz daha fazla yaşıyorum ben. Sevgisizlik, kimsesizlik, doğranmışlık ve terk edilmişlik duygularını bir kenara bırakıp, hayat denilen olgunun saçmalığı içerisinde karanlıktan aydınlığa uzanan bir tren vagonunun hiç ışık almayan o köşesinde yalnız ve mağrurlaştırılmış bir biçimde ölüme doğru sürükleniyorum. Nereden geçtiğini bilmediğim, duraklarında durmadığım, kendimi rayının yönüne bıraktığım hayatta ölülerden tek farkımız nefes almak değil midir?

Başkalarının çizdiği ve keçeli kalemlerle haritalara çizgiler çektikleri hayatı yaşadığın için çok mu mutlusun? İçine çektiğin nefes zerresinde bile başkalarının anıları ve "ah" ları varken nedendir bu ukalalık duygusu?
Hayatta dinlediğin müziğin bile verdiği hazzı dakikalarca yaşayıp sonra yenisini arıyorsan yaşıyor musundur? Sen hangi hayallerinde bir müziği düşlüyorsun ya da hangi müzikle gözlerinde hayallerin canlanıyor. Sen yaşıyor musun?

O kara bulutlu günlerde yağan yağmurda neden hep şemsiye açar oldun ki şimdi? Yağmur damlalarıyla sevişmenin verdiği mutluluktan neden kaçıyorsun?

Sevmekten ve sevilmekten korkan mı, yoksa zehriyle masumların kalplerine terk edilme duygusunu kamçılayanlar mıdır suçlu?

Hayatta her zorluğa karşı dimdik ayakta durmayı kendine görev bilmiş cesaret aforizmaları mıdır haklı olan, yoksa her zorlukta sırtını daha güçlü olana dayayan mıdır masum olan?

Sen bunları bir düşün de, ben sana söyleyeyim...

Uzun zamandır içimdeki utanmışlık duygusunu bir kenara bırakmaya çalışıyorum, hayatın beni dönüştürdüğü canavardan kurtulmaya çalışıyorum. Yaptığım, yapacağım ve başarabildiğim tüm saçma şeylerden kendimi sıyırmaya çalışıyorum. Geldiğim, geçmekte olduğum ve geçeceğim bu diyardan kurtulmaya çabalıyorum. Dönüştüğüm canavarın içime kattığı gücü dağlarda, ovalarda, dolunayda haykırıp kolu kanadı kırılmış olanları gözlerimle görmezden geliyorum.

Sevginin zerresini bile tüketmiş olarak hisseden bu beden, yarınlara umutla bakmakta zorlanır olmuş artık. Trenimin vagonunda o ıssız ve soğuk köşede yalnız başına oturmaktan bile şikayetçi olmuyorum artık.

İşte tam da o anda yeşil ışıklar beliriyor gökyüzünde, yıldızlar göz kırpıyor bu gece...

Yine oluyor, yine içimdeki notalar "Do" dan "La" ya doğru dönüyor.
Kaybettiğimi sandığım güneşim ve yıldızlarım yine dolunaydan sonraki sabahta ortaya çıkıyor.
Üzerinden geçmeye korktuğum o tahta köprü artık ezberlediğim yolum oluyor.
Kendimi kaybettiğim trende raylar benim elime geçiyor.
Zorluklarımda sığındığım Tanrı'm elimden tutuyor, bir damla göz yaşı veriyor, biraz gülümsüyor ve izlemeye devam ediyor.

Sevgi'nin, yaşamın ve dengenin manasını bulamadığım bu hengamede küçük gülümsemelerle tutunmaya çalışıyorum bu hayat ağacına.

"Bir gün eğer gözlerimi açmıyorsam bilin ki geri dönmek istemediğim içindir"



14 Şubat 2016 Pazar

Üç Kız Kardeş



Güneş batıyor...
Üzerine düşen görevi yerine getirmiş, toparlanıyor...
Ay sahnede yerini yavaş yavaş almaya başlıyor...
...
....
.....

Ve tam da o anda beliriyor gökyüzünde Orion'un en cafcaflı Üç Kız Kardeşi...

Fısıldamaya başlıyor bir anda sana...
Bir şeyler anlatmak istiyor sanki...
Işığıyla kendini sana aşık edermişcesine haykırıyor...
Gözlerinle kulak veriyorsun gökyüzüne...

Ve her gece olduğu gibi başlıyor yine...


Geçmişinden sana haykırdığı ne kadar yarası varsa sadece oracıkta durarak anlatmaya çalışıyor sana
Bu gece de aynı yerinde bekliyor seni
Gözlerini sana dikmiş, doğacak yeni günde senden ayrı uyumanın hüznünü taşıyor yine
Üşüyorum, sana kavuşamadığım her salisede...

Buz kesmiş ellerim, kendimi uzay boşluğunun derinliklerinde bulmuşum
Kendimi kaybetmiş, yolum diye bir şey yok olmuş
Tükenmişim ben ki yaşamak denen şey hiç olmuş
Ki o anda gökyüzüne bakar olmuşum...

Gözlerimin bebeklerinde vals eden seni görmüşüm ben mehtapta
Kirpiklerimin uçları bile şakır olmuş ışığının hevesiyle
Cehennemin kapılarını çaldığım o anda çıkıverdin ya gökyüzünde
Cennete gitmeden cenneti taşıdın Dünyama...

Sen ki mabedde avuç içlerimi terlettin ya
Ben gözlerimin seni seçmediği her gökyüzünde kör oldum
Sen ki Güneş solsun, Ay doğsun diye dua ettiğimsin ya
Ben mutluluk gözyaşlarımın esiri oldum...

Parıldayarak bakma bana öyle her gece
Üç Kız Kardeş benimdir sadece, başka kimse görmesin
İçinde barındırdığın gizemin ve hüznünle vur yüzüme, vur yüzüme
Doğacak isem eğer bu gezegende ben yine, ışığın sürsün kalbimin derinliklerinde...

Bu akşam sonsuzluğa uzanıyorum kalbime verdiğin ışığınla
Mozart'ın ilk çaldığı nota gibi bilinmez bir yolda yürüyorum şimdi
Gecemi gün ettiğin, gündüzümü cennet eylediğin sevabınla şükür ediyorum tanrıya
Ediyorum ki dallanıp budaklanalım Dünya denen gafil ormanda...